18 Ağustos 2015 Salı

KAĞITTAN BİR ÜLKE

Ne zaman kendimi yalnız hissetsem bir kalabalığın içinde sana geliyorum. Eşsiz bir duygu sana gelmek. Kaçmak gibi değil inan…Sığınmak gibi biraz, sevgiye olan bir muhtaçlık hali, tıpkı çaresizlik gibi. Anneanne ben büyüdükçe hep sana geliyorum. Varlığına her zamandan çok ihtiyacım var…Özlemek kelimesi bile yetmiyor, aramızdaki uzaklığa. Hani hep benimle yaşayacaktın? Sanki gittikçe büyüyor aramızdaki mesafe ve ben hiçbir şeyden korkmadığım gibi korkuyorum bu durumdan…Ellerini hatırlamak için kapıyorum gözlerimi…Ellerin her düştüğümde tutan, beni sımsıkı sarmalayan o güzel ellerin…Sanki eskisi kadar tanıdık değil, unutma ihtimali nasıl çirkin ve dayanılmaz. İşte bu yüzden sürekli resimlerine bakıyorum…En sevdiğim resmine…

Ben yeni doğmuşum bir hastahane odasında, sen annem dedem ve ben. Sen beni kucağına almışsın sıkıca tutuyorsun, hiç bırakmayacak gibi… Saatlerce bakıyorum bu resme… Bırakılmayacağını hissetmek nasıl bir duygu…Sanırım ben senle beraber en çokta bunu özlüyorum. Sevildiğinden emin olmak ve delice sevmek birini. Seni öyle seviyorum…Öyle çok…Öyle şiir gibi…Cemal süreya’nın bir şiirindeki gibi: “seni sevmek bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” sanırım bu şiiri sana hiç okumamıştım anneanne. Sana okumadığım ne çok şiir var…İçimden hep okuyorum, sen çok iyi bilirsin ben çok susmam; ama bu ara çok susuyorum. Sen ne zaman bu kadar büyüdün demelisin burada? Ben sana şirinlik olsun diye ellerimle yüzümü kapatmalıyım hemen, biraz da kızarır yüzüm…Kalbimden konuşuruz sonra, acaba bu aşk mı diye sorarım sana…Sen anlat önce bakalım dersin. Ben tüm mübalağa sanatı kullanarak, sana yaşadıklarımı anlatırım…Ne çok severim abartıyı, misyon yüklemeyi karşımdakine. Ne komik benim yüreğim hemen kanatlanıyor…Bu kadar çabuk sevmeyi ben senden öğrendim; ama sevilmeme ihtimalimden hiç bahsetmedin anneanne…
Sen şimdi bir yerlerde eminim dinliyorsun beni, yani öyle olmalı…Başka türlüsünü beceremem ki, sana anlatmadan nasıl yürürüm.Nasıl anlarım duygularımı…Senin teyit etmen lazım…Sen bir şey söyle, sen kurtar beni bu karmaşık halimden yürüyüp gideyim…Kalma ihtimalim hiç yok…
Bir de şiir yazayım mı sana anneanne? Sen eskisi gibi ilaç kutunda sakla…Bulduğun her okuma yazma bilene okut ve mutlu ol…





Kağıttan bir gemi yapıyorum
Kağıttan tüm denizler…
Kürekler bile kağıttan…
Rüzgarı sevmeyen bir ülke burası
Evler, ağaçlar, kuşlar, insanlar bile kağıttan…
Bir senin yüreğin kalem…
Bir sen anlatıyorsun…
Bu yüzden işte,seni dinleyişim…
Bu yüzden hep sana güvenişim…
Yüreğini seviyorum, bu yüzden
En çok yüreğini...

13 Temmuz 2015 Pazartesi

BENİM DUAM...

Rüzgarın kokusunu hissediyorum. Rüzgârın kokusu mu olur demeyin hemen. Rüzgarın eşsiz bir kokusu var. Eğer benim gibi kıyısı olan bir kentte geçtiyse çocukluğunuz, Rüzgar biraz yosun kokar, tuz kokar yanınızdan geçen tüm köpekler. Siz içinize çekersiniz ve ne garip seversiniz bu kokuyu. Ne zaman özlesem şimdi oraları, İstanbul’daki bir köpekte ararım ben şehri, bu yüzden ne çok severim onları. Bana bir  şehri hatırlattığı için, bir canlıyı sevmek. Düşünün “Sevmek ne kolay...”






Sevmek…10 yaşındaydım evet, hayır belki de 9;ama 7 olmadığına eminim..O zamandan beri biliyorum. Bizi çok seviyor. Dua etmeye başladığım yıllar. Daha doğrusu ondan bir şeyler istemeye başladığım yıllar. Ne zaman yatağa yatsam yarının heyecanı sarardı küçücük yüreğimi. Yarın ya yazılı vardır, ya annem beni dişçiye götürecektir, yada yerli malı vardır okulda, belki de andımızı ben okuyacaktırım, herkesin karşısında. Her şey güzel olsun diye açıyorum ellerimi, Arapça dualar hemen bitiyor. Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Ne çok anlatıyorum, ne komik şeylerle meşgul ediyorum Allah’ı, ne saçma şeyler  istiyorum. Annem gibi yemeği yaptıktan sonra anlat demiyor, babam gibi umursamaz da değil yada ablam gibi çok saçmada bulmuyor beni. Sadece dinliyor ve ben ona anlatırken hep uyuyakalıyorum.. Evet görmüyorum, onu; âmâ  Kalbimde hissediyorum. Hissetmek ne müthiş bir sözcük. Ağlarken elimi hep kalbime götürmemde işte bu yüzden. Orda hissetmek sonra tüm benliğinde, sonra tüm insanlarda onu bulmak Hallacı Mansur gibi.. Evet şimdi görüyorum. Sevdiğim herkeste. Düşünsenize en sevdiğiniz insanlar onlar, varlıklarına şükrettiğiniz insanlar. Canları yansa, hasta olsalar Allah’a koşmuyor musunuz hemen. Doktorlar her zaman, çare değil. Ve ölüm alıyor bazen sevdiklerinizi, toprağa koyup, gitmek üzmüyor mu sizi. Evet belki; âmâ Allah’ın yanında artık deyip teselli bulmuyor musunuz. Evet Allah var ve hep bizimle. Bu gece ona daha yakın olmak her gece ettiğimiz duaları bu gece de etmek. Duyacağını bilmek. Nasıl güzel bir duygu bilmek. İnsanlar sizi duymazken, duyup anlamazken. Emin olmak birinden,Allah’tan..Kul olmak sadece ona. İnanmak ne güzel. Tüm kalbini koymak ortaya ve hiç terkedilmemek. Yaklaştıkça Allah’a daha da içinde hissetmek bu aşkı. Gözleri dolarak sevmek, ama gülerek yazmak tüm bunları ne güzel. İnancı korkunç anlatanlar var, kırıp dökerek din dersi verenler ne yazık. Ama bir aşk bu. Rüzgârda ve bu ara en çok temmuz güneşinde olan. Her yerde Allah’ı görmek. Sadece Kadir gecesinde değil hep onunla yaşamak, bu aşkı. Üzüldüğünde ona koşmak, sevincinde açmak ellerini. Anneanneni ona emanet etmek aşk, onu cennetine almasını istemek. Ve  bu gece herkes için dualar etmek bu aşk.. İşte benim duam :



Dua: Kalbimiz bir damla sevgiyle yeşersin, hep umut edelim hiç vazgeçmeyelim Ne Olur Allah’ım. Sabırlı olalım, adil olalım, kalp kırmayalım, bizden olmayanı önce sevip, sonra anlayıp en son doğru bildiğimizi anlatalım. Ailemize sevdiklerimize değil sadece tüm insanlara bu dualar, hepimize şifa ver, Allah’m..Başarı ver, başarmanın bir şeyler yapabilmenin hazzını ver, güç ver Allah’ım, kimseye muhtaç etmeyecek kadar bir para. Mutluluk ver Allah’ım küçücük şeylerden bile mutlu olabilecek bir kalp. Aile ver Allah’ım ikinci bir aile daha ve hiç terk etmeyecek ve seni sevecek insanlardan eş, dost ve arkadaş ver. Ve tüm günahlarımızı bağışla ve bizi affet. Seni çok seviyoruz. Çok seviyorum…


Sonra, damla niye bu kadar çok seviyorsun? Sevmemek mümkün müJ

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Biraz Galata Biraz Gölge Biraz da ben

Kimseyi sevmeyenlere inat, sevgi dolu kelimeler bulup bir öykü mü yazsam acaba? Hani kimsenin okumayacağı;ama benim iki üç ay sonra tekrar okuyup, bunu nasıl yazmışım, olmamış bu diye eleştireceğim bir öykü...(her yazımdaki gibi hayali bir sevgi)


Mekanı düşünüyorum şimdi.Kahramanlar nerede aşık olsunlar birbirlerine? Galata kulesi olsun mu?
Evet diye cevap vermelisiniz bu soruya;çünkü ben galatayı çok seviyorum, en çokta gölgesini.. işte kahramanlar:  1 adet kız,  1 adet erkek.. (Birde hikayenin içinde hikaye)


Ne yapması gerektiğini bilmiyordu kız.Tek istediği biran önce evden uzaklaşmaktı.Sanki evden dışarı çıksa düşünmeyecekti.O düşünmeyecekti ve sorunlar yok olacaktı birden.Nasıl saçma;ama iyi bir fikirdi bu.Olanı düşünmeyip yok saymak.İşte kız da tam bunu yapmayı planlıyordu.Son 1 yılda hayatını altüst eden olayları yok saymak..

Ne yapması gerektiğini hep bilen biriydi erkek.Evet her şeyi planlar ve planları ile yaşardı.Daha önce arkadaşları ile sözleştiği gibi galataya gitmek için hazırlandı...

Galata kulesi, o  ne yapıyor, kahramanlarım hazırlanırken ? En sevdiğim haliyle duruyor öylece.İnsanları ısıntan yaz güneşine inat soğuk..Gölgesi düşüyor turistlerin üstüne..Açı yakalamaya çalışan insanlara bakmıyor bile.Herkes onunla resim çekildiği için sanırım biraz alışkın bu duruma.O doğallık seviyor.Hepimizin sevdiği gibi, o da onu umursamayan insanları seviyor.Ona bakmadan yanında geçicek birini arıyor o da tıpkı bizim gibi..Hala soğuk güneşe yaza inat ve hala bekliyor..


Şişhane metrodan çıkıyor,kız.Rüzgara, kalabalığa inat yürüyor.Düşünmüyorum hayır düşünmüyorum, mutlu olmam lazım unut her şeyi diye, mırıldanarak yürüyor kız.Onun bu haline bakan insanları fark etmeden ne güzel..Galata kulesine geldiğinde duruyor.Galatanın heybetine bakıyor kız.Aslında bakmıyor hala kendi kendine konuşuyor.

-Keşke duran ben değil, kalbim olsaydı.Bu kadar kırılgan bir kalbi istemiyorum.

-Pardon, müsaede edermisiniz?   Tabiki de duymuyor kız bu sesi..

-Hanımefendi müsaede ederseniz turistlere galatanın hikayesini anlatacağım?

Bu sefer duyuyor kız, kenara çekilip kalabalığa gülümseyerek seslenen adamı izliyor.Ne kadar uzun bir süre olmuş gülen birini görmeyeli, ne zamandır gülmemiştim ben diye bir iç geçiriyor kız.

Turistler adamın etrafında toplanıyor ve adam başlıyor anlatmaya..

Yıl 1931..
Galata kulesinin önünden geçerken kalbi duran genç bir kız.Göz ucuyla bakıyor kulenin içindeki genç adama..Gözleri gözlerine değmeden bu kadar hızlı çarpan bir kalp..Turistler şaşkınlıkla bakıyor, hikayeyi anlatan adama.Adam da fark etmiş olmalı ki hemen ekliyor: O zamanlar bir kadın  bir erkeğin gözüne bile bakamazdı.Görmeden sevmek diye bir olgu vardı, tanımadan sevmek.Öylesine aptalca ve öylesine gerçek bir sevgi düşünün diye ekliyor.Hoşlanıyor insanlar böyle bir sevginin varlığından.Bizim kız da etkilenmiş olmalı ki, daha fazla yaklaşıyor kalabalığa ve adam anlatmaya devam ediyor.Galata kulesi 1717 yılından itibaren yangın gözleme kulesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.24 saat kule de görevliler bulunmakta ve bütün şehir izlenmekte ve halkın duyması için büyük bir davul çalarak haber verilmekteydi.İşte bu kule de devriye şeklinde nöbetler tutan bir gence aşık olan bir genç kız var.Aşık olduğu adamın nöbet saatlerini biliyor ve düzenli olarak her gün bir bahaneyle ve binbir zorlukla evden çıkıyor.Kulenin önünden geçiyor.Hissettiği aşkın tarifi yok yüzüne bile bakamıyor sevdiği adamın.Yakınından geçmek öylesine kutsal bir duygu ki, yetiyor...Kuleden istanbulu seyreden nöbetçi de farkında genç kızın, ezbere biliyor geçtiği saati..Kalbi çarpıyor saat yaklaşırken ve işte o an..Kız geliyor galatanın gölgesi vuruyor çehresine, uzansa sanki eli değecek hayalini süsleyen yüze, yükseklik ilk kez bu kadar can sıkıcı oluyor genç adam için.Kafasını kaldırmıyor kız, buna öfkeleniyor aslında genç adam, sonra diniyor öfkesi yerini hemen aşk alıyor...İşte aşk böyledir, kızgınlıkla şefkat biribirne bu kadar yakındır.Turistler adama bakıyor hayretle.Nasıl da inanarak anlatıyor adam bu aşkı.Sessizliği bölen bir ses.Bizim kız: ee sonra diye soruyor.Sadece genç adam anlıyor, sen de kimsin der gibi bakıyor kıza; sonra turistlere yönelip anlatmaya devam ediyor.İşte o gün ılık bir bahar sabahı Galatadaki o yangın..Genç adam hayatını kaybediyor.Uzun bir süre kullanılmıyor galata kulesi..Genç kız mı ne yapıyor diye devam ediyor genç adama..Genç kız her gün yine aynı saatte galata kulesinin önünden geçiyor.Kafasını bile kaldırmadan..Genç adam yok, beklemiyor sevdiği kadını.Galata kulesi bekliyor ama, yangına rağmen orada ve dimdik.İşte diyor genç rahber, ben bu yüzden galatayı çok severim.Gitmeyişini, terk etmeyişini, ölmeyişini;ama en çok gölgesini severim..Genç adamın son sözlerini anlamıyor turistler.Sadece bizim kız anlıyor.


Peki siz anlıyormusunuz beni, yazdığım aptal yazıları ?








10 Nisan 2015 Cuma

NİSANI SEVMEM

Nisan ayını hiç sevmem ben..Nisan da beni sevmiyor sanırım.Çünkü bir nisan ayı bahar yağmurlarıyla gitmiştin sen..O yüzden sevmiyorum belki de nisanı, yağmuru...Ne çok sevmiyorum kelimesi geçti cümlelerimde...İçinde senin olduğun cümleler de sevgisizliğin işi ne? Oysa ben senden öğrenmiştim sevmeyi, sevginin nasıl beslediğini insanı ilk sende görmüştüm.Hani tüm bencilliklerden sıyrılıp sevebilmeyi..sevilirmiyim acaba diye korkmadan içinden geldiği gibi açmayı kalbini ne güzel..Bu yüzden en çok seni özlüyorum, en çok küçüklüğümü..İşte alt satırlarda o günler.. Bir daha asla yaşanamayacak olan;ama bir ömür unutulamayacak o günler..

Nasıl da kalbim çarpardı, araba o virajı döndüğünde..Yolculuk başlar.. Karadenizin kıvrıla kıvrıla
giden o köy yolları..Yol üstündeki turşucular, çeşmelerden akan buz gibi sular, sonsuz yeşilliklerle uzayıp giden kötü asfaltlar, zift kokuları ve küçücük bir kalp..Yazı, denizi, orduda bırakıp köye gitmeyi seçen bir kalp..Çünkü araba yol üstünde bir köy evinin önünde durduğunda, koşarak gelen biri var.İşte o benim anneannem..O gün geleceğimiz için hazırlıklar yapılmıştır çoktan.Kuzine de pişmiş ekmekler, temiz kilimler, dolmalar, bol köpüklü ayranlar,anneanne kokan reçeller, mısırlar, tirmit mantarları..Ama en önemlisi heycanla bizi bekleyen güzel yürekli bir kadın,anneannem..Koşarak geliyor ve ilk beni öpüyor..En çok beni sevdiği için değil(sonradan en çok beni seviyor ama) bende ona doğru ilk koşan olduğum için..Şimdi hep birlikte yama yoldan evin yanına iniyoruz.Çocukluğumun cenneti olan şimdi sadece içimi burkan o eve..Anneanneme bakıyorum şimdi.Hüzünle sevginin hakim olduğu o güzel gözlere..Ne zaman gideriz korkusu şimdiden sarıyor içimi.Vedaları hiç sevmem.. Ve şimdi..Anneannemin yaptığı yemekler yeniliyor,gürültü eşliğinde.Ben çok severim gürültüyü.Herkes bir şeyler anlatıyor, komik;ama herkesin sözleri birbirine giriyor.Yinede gülüyor herkes bu duruma;çünkü eğer bir yerde sevgi varsa kelimelerin artık bir önemi yoktur.Şimdi de ben salıncak yapmasını istiyorum anneannemden, hemen ceviz ağcının dalına salıncak yapıp asıyor.
Ben çok severim salıncağı..anneannemin yaptığı salıncağı.Şimdi de anneannem beni sallıyor ve ben hayaller kuruyorum.Ben hayal kurmayı o salıncakta öğrendim.Yeşilliklerin üzerine  uçan bir çocuk düşünün o çocuk nasıl hayal kurmaz? Şimdi düşünüyorumda ben her şeyi anneannemdem öğrendim.Güzel olan, iyi olan ne varsa o gösterdi bana.Sevmeyi bile anneannemden öğrendim.Nasıl  yani Damla, sevmek öğrenilen bir şey mi, diye sormayın burda..Ne yazık ki öyle:( Şöyle bir durup etrafınıza bakın, o tahamülsüz insanlara, o herkesi küçük gören bakışlara bakın, çıkarcı kalpleri de pas geçmeyin ama...Evet onlarda olmayan bir duygu
var.Öğrenemedikleri, öğretilmeyen o duygu.Belki de anneannemin sıcak eli değmeseydi kalbime, ben de sevemezdim böyle,belki bende gülmeyen gülemeyen biri olur çıkardım.Sonsuz Teşekkürler anneannem..Öğrettiğin her şey inan benimle,hep kalbimde..Ama çok korkuyorum bazen ya unutursam, ya bu dünya ve insanlar unutmamı sağlarsa.Peki sen, çok uzaklarda da olsan gelip dokunurmusun yine kalbime? Söyle... Gelir misin? Hem sen gelirsen belki hemen temmuz olur.Güneş ısıtır yüksekte olan ve buyüzden  baharda bile ısınmayan köyümüzü.Belki sen gelirsen biraz daha büyürüm ben de..Daha güçlü olurum belki sen gelirsen.Yine her şeyi sana sorarım hem  ve sen yine, hep içimi rahatlatan cevaplar verirsin.Bir nisan günü gittiğin gibi gel ozaman, gittiğin gibi yağmurlarla gel...Sen gel bende nisanı seveyim, yağmuruda..


Okuyan herkes için bir Dua:Hep sevmeyi öğreten insanlar olsun hayatınızda, hep sevin ve de hep sevilin..

12 Mart 2015 Perşembe

Hissetmek

Nasıl da güzel bakıyordu..Kimse onun gibi bakmıyor demem lazım ilk cümlemden sonra..Hayır belki de çoğu insan onun gibi bakıyor.Konu onun nasıl baktığı değil..O baktığında kalbimde karnımda hissettiğim sıcaklık..Ne garip aşkın ilk belirtisidir, sıcaklık..Oysa onu ilk gördüğüm gün dışarıda kar yağıyordu..Hayır ikimizde dışarda değildik..
İşte bir aşık olma hikayesinin girizgahı..Evet 

Tam olarak hikaye olmayı hak edicek duygular hissettiğime eminim..Ama emin olun bir hikaye de en az iki karaktere ihtiyaç var.Tamam durum hikayelerini çöpe attım.Eğer aşk hikayesi yazacaksak tam da iki kişiye ihtiyaç var.Peki sen nerdesin? Sen olmadan ne yazabilirim ki..Hiçbir şey demeyin sakın bu soruyu okuduktan sonra..Pekala da yazabilirim..Hikaye olmaz tamam;ama yazılacak bir şeyler bulurum ben..

İçinde sen olan hayaller kuruyorum ne garip.Ve sen  bu konuda nasıl yetenekli olduğumu bilmiyorsun..Küçükken öğrenmiştim hayal kurmayı; ama en çok aynanın karşısında konuşma pratiği yaptım kabul..Ama azımsanamayacak kadar hayal de kurdum.Gözlerimi kapatıp kurdum çoğu hayali..bazen de gökyüzüne bakarak..Evet seninle ilgili hayallerde gökyüzünün payıda çok..Hani aynı şehirdeyiz ya, hani tek ortak noktamız aynı şehirde olmamız ya..O yüzden en çok gökyüzü yakışır hayallerime..Sen, istanbul, ben ve sonsuz bir gökyüzü..İşin garibi sen hayallerde de konuşmuyorsun.Komik ama bu sakin tavrını seviyorum..Tamam şaka yaptım..Sana karşı hissettiklerimde sesinin de payı büyük.Kendine güvenen saçma halininde..Ne tuhaf şey sevmek..İnsan hiç tanımadığı,yüzeysel tanıdığı diyelim burda, daha doğru olur..Nasıl böyle duygular hissedebilir.Sanırım kalbim de bir tuhaflık..Hayır sevgi değil, bir kaçma isteği bu.Dışarıdan iyi, tamam normal gibi gözüken bir hayatım var.Ama hepinizin hissettiği gibi benim sorunlarımda bana göre en büyük.Ve ben tam da kaçmak istiyordum bu sorunlardan.(Belki inanmayanlar var;ama en kolay kapıdır dua kapısı..)Ben tamda sorunlarımdan kurtulmak için dua ediyordum yaradana..Seni gördüm birden..Nasıl yani? gördün ve damla sorunların bitti mi? diye sormalısınız burda.Bende hemen cevap vermeliyim bir alt paragrafta..

O ben üzülünce beni tesselli ediyor,ben onu düşününce şifa buluyorum.Onun bu olanlardan haberi yok.Tamam doğrudan anlatıyorum  benden pek haberi yok.. Bunun ismi ney? Bence Allahın bize sunduğu en güzel şey bu.. Adı:Hissetmek..Sevgi kelimesi şuan fazla.. Peki hissettiğimi hisseder mi?



27 Ağustos 2014 Çarşamba

DURUM HİKAYESİ =)

Canımız yandığında hep yakmak isteriz. Belki de bu yüzden bütün hırçınlığım. Belki de ben iyi bir insanım, canımı yakanlarda bütün suç. Herkes her şey üstüme geldiğinde, bir kenara çekilip izlemek bana göre değil. Sessizliği hiç beceremem zaten… susmayı hiç öğrenemedim…

.. içimi kemiren, canımı yakan ne varsa kafamın üstünde geziyordu. Tam da bu nedenle olacak ki eve geldiğimi anlamadım. Sanırım düşünürken zaman çok hızlı, kim bilir belki de yollar çok kısa. Zile basma adetim hiçbir zaman olmadı. İşte bu yüzden tak tak sesim duyulana kadar sabırla bekledim her zaman. Neyse ki açtı kapıyı..
-Tamda kahvaltı yapıyordum, aç mısın? Bu soruya 16 yaşımdan beri hayır dediğimi hiç hatırlamıyorum.
+Evet, yumurta yapmamı ister misin?(sormak için sormuştum, her zaman yumurta isterdi)
 Mutfağa geçip hemen yumurtaları  yaptım ve sofraya oturduk, bir yandan gazetesini okuyor bir yandan da ,göz ucuyla tabağımdakileri bitirip bitirmediğime bakıyordu. Hiçbir zaman kahvaltıdayken konuşmadık. Kahvaltı yapmak ona göre tek kişilikti. Gazete okunur, çay içilir ve sessizliğin tadı çıkarılırdı. Bu yüzden biliyordum ki,o masadaysam eğer önemliydim. İşte sırf bu yüzden kızamıyordum ona..
Kafasını kaldırdı, gülümseyerek sordu.

-Çay nasıl olmuş?
+karanfil atmışsın, unutmamışsın..
-evet, sevdiğini söylemiştin dedi, gözlerini gazetesine çevirerek.O an susmam gerektiğini, konuşmamızın yeterli olduğunu anladım.. Ona olanları anlatmak için kahvaltının bitmesini beklemeliydim, biliyordum.

Kahvaltımız bittikten sonra, hızlı bir şekilde bulaşıkları makinaya yerleştirdim, ve birer kahve yaptım..
Salonun en ışık alan yerine geçti, kahveleri buraya getir diye seslendi. Yine köpüksüz olmuştu kahvelerL
Karşısındaki koltuğa oturdum..

+sana anlatmak istediğim şeyler var, telefonda biraz bahsetmiştim; ama yüz yüze konuşmak istedim.
-iyi yaptın, bana 1-2 saat verirsen dışarıda çok önemli işlerim var, sonra uzun uzun konuşuruz..
Tamam, dedim sadece. Ben seni beklerim, beklerken kütüphaneni karıştırırım olur mu?
Güldü..,biliyorum, bu onun dilinde hep evet demekti.
Anahtar almıyorum, diye seslendi çıkarken. Ben ise çoktan kütüphaneyi karıştırmaya başlamıştım. Kitapların tozu burnuma doluyordu, ve komik bir şekilde bu durum beni mutlu ediyordu. Eski olan her şey beni mutlu ederdi, sanırım toz eskiyle ilgili, yoksa onun erkek olması ve dağınık olmasıyla bunun bir ilgisi yoktuJ kitapların arasında bir ajanda buldum. Günlüğe benziyordu. Her gün için bir yazı. Telaşla kapattım ajandayı, suç işlemiş gibi hissettim,kendimi;ama bu duyguma rağmen ajandayı alıp hemen yerleşiverdim bir koltuğa. Şöyle bir göz gezdirdim. Günlük değildi bu. Kısa denemeler yazılıydı ajanda da. En son ise dün yazmış…onunla telefonla konuştuktan hemen sonra ..Bir tanesini okusam bir şey olmaz ki diyerek başladım, okumaya..
                                                                                                                                                    27.08.14
Durup dururken aklımıza gelmez hiçbir düşünce. Biz hep o düşüncenin ön hazırlığını yaparız. Sonra,sonra düşüncelerimiz hep bizimle kalır yada..Yadası yok, benim düşüncelerim hep benimle; Oysa içimden geldiği gibi söyleseydim her şeyi. İçimden geldiği gibi bağırsaydım bende, canım yandığında hep yaksaydım ,belki daha  mutlu biri olurdum.Sessizliğin kimseye faydası yok, konuşursak geçer her şey. Biliyorum düzeliverir her şey. İşte bu yüzen konuşmalı insan, nefes almadan hep konuşmalı…

Okuduklarıma inanamıyordum,o yazmış olamazdı. Böyle düşünmediğini adım gibi biliyordum,6 yıldır tanıyordum onu, nere de güleceğini bilecek kadar iyi hem de. Peki kim yazmıştı bu yazıyı? O değilse kim?
Kendime bunları sorarken, emindim onun yazmadığına..O zaman nasıl gelmişti bu ajanda buraya? işte yeni bir soru. Kütüphane de asılıyordu tüm sorularım, kimse cevap vermiyordu. Tam bu sırada zil çaldı, gelen o olmalıydı; çünkü o zile basardı ve kapıda beklemeyi hiç sevmezdi. Bu nedenle ajandayı koltuğun üzerinde bırakıp, koşarak kapıyı açtım.. İçeri girer girmez ajandayı fark etti ve sanırım okuduğumu da.Normal de utamam gerekirdi;ama hiç utanmadım..
+şey, biri sanırım.. yani dün gelen biri unutmuş olmalı, kütüphane de buldum.

-unutmuş olmalı ?
+kim geldi dün?
-kimse, unutacak kimse gelmedi..
O an anladım ajandanın ve yazıların ona ait olduğunu ve gecikmeli bir utanma yaşadım..
Onun sakin tavrı ise beni cesaretlendirdi.
+son yazı aslında ,aslında. Aslında ben sadece. Yani ben onu okudum da. Senin düşüncelerin değil. Sen bunların tam tersini düşünürsün hep ve öyle yaşarsın..
işte o en sevdiğim gülümsemesiyle başladı konuşmaya:
-Zaten benim düşüncelerim değil, evet ben o yazdıklarımın tam tersini düşünüyorum..
+o zaman neden yazdın?
-senin için yazdım, sen yenilme diye..
Durdum sadece o an düşünemedim evet..O ise bunu söyleyip mutfağa geçti..
-çay ister misin?
Bense o an anladım yazdıkları bendim. Evet benim düşüncelerimdi. Bense o gün ona bu düşüncelerimden nasıl kurtulabilirim diye sormaya gelmiştim. Ve bu onu adı gibi biliyordu, telefon da bahsettiklerimden anlamış olmalıydı..
2 tane çay kupasıyla geldi..
+yeşil kupayı alabilirim
Yeşil bardağı bana uzattı ve yavaşça yanıma oturdu..
-yazdıklarım senin içindi ve o yazdıklarımın hepsi senin düşüncelerin..
Şaşkınlık içinde ona bakıyordum. O ise sakince çayını içiyordu.
+yani bu kadar mı?
-senin düşüncelerin var ve hiç susmayan bir kalbin gülerek devam etti,e birde dilin
+peki, neden hep canım yanıyor?
-emin ol! sussan da yanacak
+peki, ne yapmalıyım?
-bırak, bildiğin gibi yaşa. Yenilmeden yansın canın..
O zamanda ne demek istediğini çok anlamamıştım şimdi de anlamıyorum; ama bildiğim tek bir şey vardı, yazdıkları iyi gelmişti..

Birisi benim yenilmemem için bir yazı yazmıştı, hem de tüm yazılarının olduğu bir ajandaya…

13 Aralık 2013 Cuma

YER ZAMAN

merhabaaaaaaaaaaaaaaa=)) hafta içi ne kadar yoğun ve yorucu.İnsan yazmaya bile zaman bulamıyor;ama yazmak hep aklımda..Adliyeden ofise giderken,metroda,yürürken yani her an.aaa şunu da yazmalıyım,bak bunu da anlatayım ne güzel,şu duran çiftten de bir hikaye çıkar..Dedim ya yazmak hep aklımda=) O zaman başlayalım
.

Yer:Metro Zaman:11.12.13(sanırım 15.30)


 Hava çok soğuk ve insanlar telaşla bir yerlere yetişmeye çalışıyor.Dışarıda kar hızlı hızlı yağarken,sıcacık bir salebin hayalini kuruyor çoğu(ben salep sevmem) Metronun içi de kalabalık.Taksim yönüne gitmek için peronların önünde bekliyor insanlar..8li vagonların önünde bekleyiniz anonsu..Herkes telaşla o yöne doğru yürümeye başlıyor.Bir çift var ki hiç aceleleri yok.Kız heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyor çocuğa,çocuk dinlerken ellerini ısıtıyor kızın,saçlarını düzeltiyor,Kar ıslatmış saçlarını diyor gülüyorlar..Gülmek,birlikte gülmek nasıl bir hediye..Çocuk şimdi de kızı burnundan öpüyor...İnsan çok sevdiği birinin burnundan öper sanırım=)Gülüyorum,hiç birini burnundan öpmek aklıma gelmedi diye.Sanırım burnundan öpecek kadar sevmedim kimseyi..Yada çok sevmekle burnundan öpmenin bir alakası yok,en azından burnun sevmekle alakası yok.Ya da öyle bir şey işte.


Yer:bir hayalin içi Zaman:11.12.13 (sanırım 18.49) -:çocuk  +:kız


 -çok mutlu gözüküyorsun resimlerde
+öyle gözüküyorsam demek ki
-öyle gözükmeni istiyorsam demek ki
+beni görmek istiyorsun sanırım
-mutlu mu?,evet
+yani mutsuz olsam,görmek istemez misin?
 -mutsuz musun?
+öyle mi gözüküyorum?
-mutlu gözüküyorsun dedim ya
+sen de mutlu gibisin
-resimler de mi?
+resimlerle ilgisi yok,öyle düşündüm
-beni mi düşünüyorsun?
+seni düşünmemi mi istiyorsun?
-istiyorsam demek ki
+o zaman beni düşünüyorsun?
-yani,sen mi öyle istiyorsun?
+evet,düşünsen güzel olur
-mutlu olur musun?
+mutlu gözükürüm
-resimler de mi?
+beraber resim mi çekilelim?
 -öyle istiyorsan
+sen,bilirsin
-mutlu gözükelim
+yani mutlu mu olalım
-onun gibi bir,şey


* yerin zamanın ve kahramanların bir önemi yok;çünkü hepsini ben uydurdum;ama ne güzel sizde tatlı tatlı okudunuz=)))