27 Ağustos 2014 Çarşamba

DURUM HİKAYESİ =)

Canımız yandığında hep yakmak isteriz. Belki de bu yüzden bütün hırçınlığım. Belki de ben iyi bir insanım, canımı yakanlarda bütün suç. Herkes her şey üstüme geldiğinde, bir kenara çekilip izlemek bana göre değil. Sessizliği hiç beceremem zaten… susmayı hiç öğrenemedim…

.. içimi kemiren, canımı yakan ne varsa kafamın üstünde geziyordu. Tam da bu nedenle olacak ki eve geldiğimi anlamadım. Sanırım düşünürken zaman çok hızlı, kim bilir belki de yollar çok kısa. Zile basma adetim hiçbir zaman olmadı. İşte bu yüzden tak tak sesim duyulana kadar sabırla bekledim her zaman. Neyse ki açtı kapıyı..
-Tamda kahvaltı yapıyordum, aç mısın? Bu soruya 16 yaşımdan beri hayır dediğimi hiç hatırlamıyorum.
+Evet, yumurta yapmamı ister misin?(sormak için sormuştum, her zaman yumurta isterdi)
 Mutfağa geçip hemen yumurtaları  yaptım ve sofraya oturduk, bir yandan gazetesini okuyor bir yandan da ,göz ucuyla tabağımdakileri bitirip bitirmediğime bakıyordu. Hiçbir zaman kahvaltıdayken konuşmadık. Kahvaltı yapmak ona göre tek kişilikti. Gazete okunur, çay içilir ve sessizliğin tadı çıkarılırdı. Bu yüzden biliyordum ki,o masadaysam eğer önemliydim. İşte sırf bu yüzden kızamıyordum ona..
Kafasını kaldırdı, gülümseyerek sordu.

-Çay nasıl olmuş?
+karanfil atmışsın, unutmamışsın..
-evet, sevdiğini söylemiştin dedi, gözlerini gazetesine çevirerek.O an susmam gerektiğini, konuşmamızın yeterli olduğunu anladım.. Ona olanları anlatmak için kahvaltının bitmesini beklemeliydim, biliyordum.

Kahvaltımız bittikten sonra, hızlı bir şekilde bulaşıkları makinaya yerleştirdim, ve birer kahve yaptım..
Salonun en ışık alan yerine geçti, kahveleri buraya getir diye seslendi. Yine köpüksüz olmuştu kahvelerL
Karşısındaki koltuğa oturdum..

+sana anlatmak istediğim şeyler var, telefonda biraz bahsetmiştim; ama yüz yüze konuşmak istedim.
-iyi yaptın, bana 1-2 saat verirsen dışarıda çok önemli işlerim var, sonra uzun uzun konuşuruz..
Tamam, dedim sadece. Ben seni beklerim, beklerken kütüphaneni karıştırırım olur mu?
Güldü..,biliyorum, bu onun dilinde hep evet demekti.
Anahtar almıyorum, diye seslendi çıkarken. Ben ise çoktan kütüphaneyi karıştırmaya başlamıştım. Kitapların tozu burnuma doluyordu, ve komik bir şekilde bu durum beni mutlu ediyordu. Eski olan her şey beni mutlu ederdi, sanırım toz eskiyle ilgili, yoksa onun erkek olması ve dağınık olmasıyla bunun bir ilgisi yoktuJ kitapların arasında bir ajanda buldum. Günlüğe benziyordu. Her gün için bir yazı. Telaşla kapattım ajandayı, suç işlemiş gibi hissettim,kendimi;ama bu duyguma rağmen ajandayı alıp hemen yerleşiverdim bir koltuğa. Şöyle bir göz gezdirdim. Günlük değildi bu. Kısa denemeler yazılıydı ajanda da. En son ise dün yazmış…onunla telefonla konuştuktan hemen sonra ..Bir tanesini okusam bir şey olmaz ki diyerek başladım, okumaya..
                                                                                                                                                    27.08.14
Durup dururken aklımıza gelmez hiçbir düşünce. Biz hep o düşüncenin ön hazırlığını yaparız. Sonra,sonra düşüncelerimiz hep bizimle kalır yada..Yadası yok, benim düşüncelerim hep benimle; Oysa içimden geldiği gibi söyleseydim her şeyi. İçimden geldiği gibi bağırsaydım bende, canım yandığında hep yaksaydım ,belki daha  mutlu biri olurdum.Sessizliğin kimseye faydası yok, konuşursak geçer her şey. Biliyorum düzeliverir her şey. İşte bu yüzen konuşmalı insan, nefes almadan hep konuşmalı…

Okuduklarıma inanamıyordum,o yazmış olamazdı. Böyle düşünmediğini adım gibi biliyordum,6 yıldır tanıyordum onu, nere de güleceğini bilecek kadar iyi hem de. Peki kim yazmıştı bu yazıyı? O değilse kim?
Kendime bunları sorarken, emindim onun yazmadığına..O zaman nasıl gelmişti bu ajanda buraya? işte yeni bir soru. Kütüphane de asılıyordu tüm sorularım, kimse cevap vermiyordu. Tam bu sırada zil çaldı, gelen o olmalıydı; çünkü o zile basardı ve kapıda beklemeyi hiç sevmezdi. Bu nedenle ajandayı koltuğun üzerinde bırakıp, koşarak kapıyı açtım.. İçeri girer girmez ajandayı fark etti ve sanırım okuduğumu da.Normal de utamam gerekirdi;ama hiç utanmadım..
+şey, biri sanırım.. yani dün gelen biri unutmuş olmalı, kütüphane de buldum.

-unutmuş olmalı ?
+kim geldi dün?
-kimse, unutacak kimse gelmedi..
O an anladım ajandanın ve yazıların ona ait olduğunu ve gecikmeli bir utanma yaşadım..
Onun sakin tavrı ise beni cesaretlendirdi.
+son yazı aslında ,aslında. Aslında ben sadece. Yani ben onu okudum da. Senin düşüncelerin değil. Sen bunların tam tersini düşünürsün hep ve öyle yaşarsın..
işte o en sevdiğim gülümsemesiyle başladı konuşmaya:
-Zaten benim düşüncelerim değil, evet ben o yazdıklarımın tam tersini düşünüyorum..
+o zaman neden yazdın?
-senin için yazdım, sen yenilme diye..
Durdum sadece o an düşünemedim evet..O ise bunu söyleyip mutfağa geçti..
-çay ister misin?
Bense o an anladım yazdıkları bendim. Evet benim düşüncelerimdi. Bense o gün ona bu düşüncelerimden nasıl kurtulabilirim diye sormaya gelmiştim. Ve bu onu adı gibi biliyordu, telefon da bahsettiklerimden anlamış olmalıydı..
2 tane çay kupasıyla geldi..
+yeşil kupayı alabilirim
Yeşil bardağı bana uzattı ve yavaşça yanıma oturdu..
-yazdıklarım senin içindi ve o yazdıklarımın hepsi senin düşüncelerin..
Şaşkınlık içinde ona bakıyordum. O ise sakince çayını içiyordu.
+yani bu kadar mı?
-senin düşüncelerin var ve hiç susmayan bir kalbin gülerek devam etti,e birde dilin
+peki, neden hep canım yanıyor?
-emin ol! sussan da yanacak
+peki, ne yapmalıyım?
-bırak, bildiğin gibi yaşa. Yenilmeden yansın canın..
O zamanda ne demek istediğini çok anlamamıştım şimdi de anlamıyorum; ama bildiğim tek bir şey vardı, yazdıkları iyi gelmişti..

Birisi benim yenilmemem için bir yazı yazmıştı, hem de tüm yazılarının olduğu bir ajandaya…